Ölüm Üzerine
Ölüm hayatın bir parçası. Belki doğumla birlikte en belli yanı. Her doğan bir gün ölüyor.
Bu bilgi aslında müthiş derecede rahatlatıcı. En azından beni rahatlatan bir bilgi. Çünkü ne yaparsam yapayım, bir gün öleceğim. Big Bang Theory’deki Sheldon’un söylediği gibi bir robota beynimi aktarsalar dahi aynı olmayacak. Bedenim ölecek. Sonra toprağa karışacak. Topraktaki canlılar beni yiyerek gelişip ekosistemin bir parçası yapacaklar bedenimden kalanları.
Ölmek.
O son noktada elden bir şey gelmiyor. Daha da ilginç olan şu hayatta ne kadar para kazanırsak kazanalım, ne kadar malımız, mülkümüz olursa olsun, fark etmiyor. O çukura girerken tek başımıza, üstümüze beyaz kefen sarılmış halde giriyoruz. Yeri gelmişken, dünyaya tek başımıza geldiğimiz gibi dünyadan da yine tek başımıza gidiyoruz. İlginç bir dengesi var hayatın bu anlamda.
Hristiyan bazı memleketlerde kıyafetler ve bazı sevdiği eşyalarla gömülür insanlar. Eskiden, mesela eski Çin imparatorlarından biri mezarına her biri bir diğerinden tamamen farklı asker figürleri yaptırmıştır. Terra Cota idi sanırım adı. Yalnız o birlikte gömüldüğü eşyaların hiçbir faydası olmadı ona. Ya da birçok firavun ve benzeri hazinelerle gömülen insanı da benzer bir son bekledi: Öldükten sonra yanına hiçbir şey alamamak.
Hayatımız sürekli bir çaba ile geçiyor. Habire çabalıyoruz. Uğraşıyoruz. Deyim yerindeyse tırmalıyoruz toprağı resmen. Sonuçta o kendi kazdığımız toprağa tek başımıza girmek için. Başka türlüsü mümkün değil çünkü.
Ölümden sonrası ise binlerce yıllık sorular yumağı. İnsanlık tarihi kadar eski bir tartışma konusu. Sizi bilmem ama benim için öldükten 50 veya 100 sene sonra da adımın anılması, hatırlanması, benim için en önemli şeydir. Bedenimin ne olacağı ya da nereye gideceğimle hiç ilgilenmiyorum. Eğer biraz olsun faydam olabildiyse bu dünyada, insanlar hatırlarsa beni, ne mutlu bana. Demek ki güzel işler yapmışım bu dünyada. Boşa yaşamamışım hayatımı..
Bir de ölümün anılması var. Bir yakınınızı kaybettiğinizde “başın sağolsun”, “Allah sabır versin”, “mekanı cennet olsun” gibi dileklerde bulunur insanlar. Size en yakın hissettikleriniz gelir yanınıza. Az daha uzaktakiler telefonla ararlar. Kimisi sosyal medyadan özelden mesaj gönderir. Ya da paylaşımınıza yorum yazarak baş sağlığı dilerler. Kimileri de vardır ki ne ararlar, ne sorarlar, ne de farklı bir mecradan size ulaşırlar. Yokturlar onlar. Vardır sanırsınız ama aslında yokturlar. Hiçbir zaman da olmamışlardır. Herkesin kendi doğrusu olmasına rağmen bence en doğrusu o ilk gün aramak, sormaktır. Yanında olduğunu göstermektir.
Bunlarla birlikte insan da her zaman kendine yakışanı yapar. Biri size kötü davrandı diye siz de ona kötü davranmaya kalkarsanız o kişiden farklı olmazsınız. Ona benzer, onun seviyesine düşersiniz. Bir yakınız yanınızda değilse zor zamanınızda, sizin de o kişinin zor zamanında yanında olmama lüksünüz yoktur, iyi bir insan olduğunuzu düşünüyorsanız tabii ki. Ya da iyi bir insan olmaya çalışıyorsanız. Az önce de dedim ya, herkes kendine yakışanı yapar. Kendi doğrusuna göre hareket eder. Yaptığımız davranışların nedeni başkalarının yaptıklarına göre ise ciddi bir sorunumuz vardır.
Tekrar dönelim ölüme. Ölüm düğünler gibi insanların bir araya geldiği ve üzüntülerini paylaştıkları zamandır. Üzüntü de paylaştıkça azalır. İnsan kaybettiğine verdiği değere göre bu kayıpla yüzleşir. Kimi zaman kısa zamanda atlatır. Kimi zaman bu süre senelerce sürer. Anneannem ve dedemi kaybettikten sonra 10 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen halen daha gerçekten alışabildiğimi söyleyemem mesela. Halen daha aklıma geldiklerinde boğazımda bir yumru oluşur. Yutkunamam. Senelerce daha devam edecek bu durum muhtemelen. Ben onların artık olmadığını kabul edene kadar..
Bizim ise kalanlar olarak yaşamaya devam etmemiz gerekiyor her durumda. Yaşamaya devam etmemiz ve en azından gidenlerin anılarını yaşatmamız gerekiyor.
Biraz yukarıda da söylediğim gibi, böyle dönemlerde yanınızda kimlerin olduğu çok önemli..