Protesto Etme Kültürü
Son senelerde, sosyal medyanın da desteği ile, protesto etme kültürü farklı mecralara ve farklı alanlara da taşındı. Sürekli birileri, bir takım kurumlar, organizasyonlar protesto ediliyor. Yalnız bu protesto birçok zaman o kadar pasif kalıyor ki, başlatanlar dahi kısa süre sonra vazgeçiyor uygulamaktan. Birkaç örnek vereyim hemen.
Bir dönem Yahudi ürünleri protesto edilsin dendi. Mavi Marmara’ya İsrail ordusu baskın yaptı ve Türkiye vatandaşı insanlar hayatını kaybetti bu baskında. Protestolar başladı ve bitti. O kadar kısa sürdü ki, sonrasında eskisi gibi devam etti alışkanlıklar. Mesela birçok kozmetik ürünü bu protesto kapsamında kullanılmayacaktı, güya. Ufak bir azalma olmuştur ilk günlerde ama o firmaların hiçbirinden ya da haberlerde ciddi bir azalmaya dair bilgi/haber yayınlanmadı. Sonrasında eski tas, eski hamam. Buradan İsrail’e karşı olduğum anlamı çıkarılmasın. Burada gözlemlerimi yazıyorum. Ayrıca gidip meydanlarda CocaCola’yı döküp İsrail bayrağı yakmanın benim nazarımda protesto anlamında herhangi bir geçerliliği yok.
2013 senesinde Taksim’de, İstanbul’un en aktif merkezlerinden birinde ortalık kıyamet gibi iken NTV penguen belgeseli yayınladı. CNNTürk de yine saatler sonra yaşananlarla ilgili haber yayınladı. HaberTürk de benzeri şekilde. Günlerce, hatta haftalarca protesto yapıldı. Bu medya organları ile ilgili protesto kampanyaları düzenlendi. Sonrasında birçok defa o kampanyalara katılan, kampanyaların duyurusunu yapan arkadaşların yine o kanalların haberlerini paylaştığını gördüm. Ben ise o günden bu yana ne NTV’nin websitesine girdim, ne de TV’de izledim. CNNTürk ve HaberTürk de benzer şekilde. NTV’de paylaşılan bir haber bana gönderildiğinde başlığı görüp internette araştırıp sonrasında farklı yerlerden o haberleri okudum. Çünkü bu kafadaki yayın organlarını protesto ediyordum. Aradan 7 sene geçti, halen daha takip etmiyorum. Ve o kanallara birçok farklı kanal ve websitesi eklendi.
Eskiden TV’de diziler 45dk civarı sürerdi. Mesela Bizimkiler. Çok severdim. Son senelerde ise TV dizileri Türkiye’de fazlasıyla uzun sürmeye başladı. Hatta Leyla ile Mecnun’da dahi bunun esprisi birkaç defa yapılmıştı. Örneğin Şevkat Yerimdar adlı film sinemalarda da gösterildi ve karakterler çok beğenildi. Sonra dizisi yapıldı. Film 1,5 saat kadar sürerken dizilerin her bir bölümü 2,5 saat civarında sürüyor reklamları saymazsak. Muhteşem Yüzyıl, Ezel vs. hepsi aşırı uzun ve sıkıyor. Tüm akşamı dolduruyor bu şekilde. Bu konuda da defalarca protestolar vs. düzenlendi ama sonuç alınamadı. Çünkü insanlar yine o kanalları izlemeye devam ediyor. Protesto edenler, şikayetçi olanlar da izliyor yukarıda bahsettiğim gibi. Öyle olunca düzen yine aynı kalıyor. Ben ise her zamanki gibi kendi çözümümü ortaya koyup Türk dizilerini izlemiyorum. 6 ay kadar önce Şahsiyet dizisine denk geldim. 45-60dk arası sürüyordu her bir bölümü. Bence TV dizileri arasında en iyilerinden biri. O nedenle iyi olsa dahi her bölümü reklamlarla birlikte 3 saat civarı süren dizileri izlemeyi ret ediyorum.
İnsanlar protestolar konusunda önce “gaza gelip” sonra kendi konfor alanlarına girme konusunda çok başarılılar. Kendiyle çelişmeye yol açıyor bu durum. Halbuki azıcık çaba ile çözüm üretmek çok kolay. Mesela o kanalları izlememenin yanı sıra TV izlemeyi de o dönemde bıraktım. Netflix ve internet üzerinden izlemek istediğim haber, film, dizilere ulaşabiliyorum. İsteyince çözüm bulmak o kadar da zor değil. Önemli olan bir konuda adım atarken tutarlı olabilmekte.
Başka bir örnek vereyim: Yumurta. Sırf ucuz diye genetiği ile oynanmış, nasıl koşullarda yetiştirildiği belli olmayan tavuklardan elde edilen yumurtaları tüketiyoruz. Türkiye’de 0, 1, 2, 3 diye kodlama sistemi var. Bazı yumurtalarda o kodlar dahi yalan yanlış basılıyor. Belli dahi olmayan yumurtalar var. Ve biz onları satın alıyoruz. İlk başta “özgür gezen tavuk” yumurtaları almaya başlamıştım. Sonra öğrendim ki onlar özgür gezebilir ama yemleri GDOlu ya da benzeri olabilir. Bu bilgiden sonra organik yumurta tüketmeye başladım. Evet kabul ediyorum, biraz daha pahalı. Yalnız diğer yumurtalar tüketilmez de organik norm haline gelirse o durumda tarımın, yumurtacılığın da dönüşeceğinin farkında mıyız? Çok iyi bir yönde hem de. 2 yumurta yerine 1 yumurta yiyerek bu çözüm uygulanabilir. Diğer gıda ürünlerinde de. Mesela Almanya’da organik gıdaların fiyatları normal olanlardan çok az fark ediyordu. Böylece organik üretim desteklenmiş oluyor. Bizde de o güç var. Yapabiliriz.
Bunlar hep protesto kültürüne dair birkaç örnek. Bir de olayın üst seviyedeki boyutuna bakalım.
ABD başta olmak üzere dünyadaki en güçlü ekonomilere sahip ülkelerin bir uygulaması var: Ekonomik yaptırım.
Çok güzel bir koz bu ekonomik yaptırım denen çalışma. Adamlar bir ülkeye, bir kişiye yaptırım uygulayacağı zaman o ülkeyle iş yapanların hepsini alıyor topun ucuna. Yasaklıyor resmen o ülke/kişiyle iş yapılmasını. Müthiş etkili bir yöntem. Bir süre sonra o memleket vazgeçmek durumunda kalıyor genelde.
Bu örneği verirken asıl amacım bu yaptırımları savunmak ya da yaptırımların doğruluğunu anlatmak değil. Yaptırımların tamamen sonuç odaklı olmaları ve müthiş etkili sonuç vermelerinden dolayı yazmak istedim.
Bizim de öyle yapmamız gerekiyor işte. Gerekirse biraz konfor alanımız dışına çıkarak oradan olaya bakmamız, herhangi bir yayın organını, ürünü, üreticiyi, firmayı protesto ederken sonuna kadar işi götürmemiz ama aynı zamanda da alternatifleri ortaya koymamız gerektiğini anlatıyorum. Çok zor değil. Sadece biraz çaba ve efor gerektiriyor. Bir de tabii yaptığımız protestoya inanmamız. Çünkü halk olarak müthiş bir gücümüz var. Herkese, her firmaya, her ülkeye, her devlet başkanına istediğimizi yaptırma gücümüz var. Birlik olup sonuna kadar çabalamamız gerekiyor sadece.
Sizin de böyle protestolarınız var mı?