Herşeyin Sorumlusu: Uzaylılar (2)
Uzaylılarla ilgili yazmıştım. Daha önce başladığım yazımı da paylaşayım bu bahaneyle:
Son dönemde yeni bir akım çok gözüme batmaya başladı. Suçlama ve bahane bulma kültürü.
Yalnız bu suçlamada ilginç bir detay var. Genelde gözden kaçan bir detay. Pasif bir dil kullanılıyor. Mesela “ev yıkıldı” deniyor ama evin nasıl yıkıldığı konuşulmuyor. “Sorumlu yok, sonuç var” diğer bir deyişle.
Ya da “ülkeyi bu hale getirdiler” deniyor ama kimin getirdiği belli değil. Sanki ülkeyi başkaları yönetiyor gibi.
Şimdiki çocuklar çok şımarık deniyor ama kimlerin onları şımarık yetiştirdiğinden bahseden yok.
En ünlülerinden biri de “hiç birşey olmasa bile birşeyler oldu” sözü. Peki bu suçlamalar, bu laflar ediliyor da, yapan kim bunları?
Dünyanın dört bir tarafından devlet başkanları dahi konuşuyor bu şekilde. Mesela geçenlerde Trump halka şikayet ediyordu Joe Biden’ı maskeyi zorunlu kılmadığı için. Sanki ülkenin başkanı kendisi değilmiş de Joe Biden’mış gibi.
‘İnsan hakları uygulansın’ deniyor mesela. Ama kimin uygulayacağına dair bilgi yok. Onu da bence uzaylılar uygulayacaklar, uzaylı hakları olarak, insan hakları yerine.
‘Herkesin eğitim görmesi gerekiyor’ deniyor da kimin bunu sağlayacağı meçhul.
‘Kimsenin işkence görmemesi gerekiyor’ deniyor da o zaman ‘Kimsenin işkence yapmayacaktır’ demektir (aşağıda bağlantısını verdiğim videoda Ioanna Kuruçardi söylüyor bunu). Ama bunu kimin sağlayacağı da belli değil.
Ve daha da ilginç olanı, insanlar, halk bu gibi sözlere inanabiliyor. Nazi dönemi propaganda bakanlığının çalışmalarını, Goebbel’in yaptıklarını, taktiklerini az biraz araştırırsanız göreceksiniz.
Herkes birşeyler oldu, yapıldı, edildi diyor ya. Kimin yaptığını sonunda buldum.
İşte o sorunun cevabı: Uzaylılar.
Bir gün otobüste giderken bir kadın çocuğu ile bindi otobüse. Sonra anne ayakta, çocuğunu yanıma oturttu. Bir de baktım çocuk habire şikayet ediyor, annesine vuruyor, bağırıp çağırıyor. Baktım çok uzayacak, ciddi sinirlendim. Kadına şöyle söyledim:
- Çocuğunuz böyle yapıyor. Siz de birşey demiyorsunuz. Sonra da “şimdiki çocuklar çok şımarık” diyeceksiniz. Bu çocukları uzaylılar yetiştirmiyor ki. Siz yetiştiriyorsunuz. Şımartırsanız bu kadar, onlar da sizden herşeyi isterler ve alırlar. Annem kardeşimi büyütürken bir kere dahi otobüste onu oturtup kendi ayakta kalmadı. Kardeşim de yerini bildi her zaman ve büyüklerine saygılı yetişti. Şikayet etmeye hakkınız kalmıyor.
Biraz abartmış olabilirim bu davranışımda ama birikme vardı içimde. Kadın ise söylediklerimi haklı bulmuş olmalı ki birşey demedi pek.
Başkalarından da duyuyorum. Herşeyi verdikleri çocuklarının saygısız, vefa bilmeyen olarak yetişmelerinden şikayet eden çok insan var. Haksızlar yalnız. Çünkü kime olursa olsun, hep verirseniz, daha fazlasını ister. Ben de o hataya çok düştüm. Yanlışlarım çok fazla. Yanlış yapa yapa öğreniyorum ben de. Neticede bu da bir öğrenme metodu. Yalnız ben kendim dışında kimseyi suçlamıyorum, suçlamamaya çalışıyorum. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim, kendime dair konularda başkalarını dahi dinlesem, kendi kararımı kendim veririm son aşamada. Böylece kimseyi suçlama şansı bırakmam kendime. Aklım var, fikrim var. Okuyup yazabiliyor, muhakeme edebiliyorum. Yaşım da ufak değil. O halde kendim dışında şikayet edecek kimsem yok aslında.
Şikayet etmek, başkalarını suçlamak çok kolaydır. Bahane bulmaktır bu. Ve ilginçtir ki, her daim bahane vardır. Canınızın istememesi dahi bir bahanedir örneğin, ödevinizi yapmadığınızda.
Sonuca bakalım mı hep beraber?
Sonuçta sıkıntıyı kim yaşıyor?
Cevap vereyim ben hemen: Biz!
Sorunları, sıkıntıları biz yaşıyoruz. Uzaylılar ya da başka birileri değil. Problemlerin kaynağını dışarıda aramaya çok gerek yok yani. Suçlama (yansıtma) ve bahane bulma psikolojideki savunma mekanizmalarından. Çok efektif ikisi de. Sıkıntı ise o savunma mekanizmalarını hayatımızın bir parçası, ana parçası haline getirmemiz. O durumda işte, olan bizim hayatımıza oluyor. Biz ise hayatımız giderken halen daha başkalarını, uzaylıları suçlamaya devam ediyoruz.
Aslında herşeyin sorumlusu biziz. Uzaylılar değil.
Not: Geçenlerde dayım bana Ioanna Kuruçardi’yle yapılan bir röportajı gönderdi. Sonra bugün de DW’nin 12 dakikalık röportajını gördüm. Orada pasif dilden o da şikayetçi olunca artık bu yazımı paylaşmam gerektiğini fark ettim.