Kınamanın Tarihi

Baştan söyleyeyim, ben de bilmiyorum kınamanın tarihini. Zaten bu yazının amacı da kınamanın tarihi değil başlık her ne kadar o olduğunu söylüyor olsa da.

Kınamak, bana, müthiş derecede boş bir yaklaşım gibi geliyor, arkası çözüme yönelik bir faaliyet, bir çaba ile doldurulmazsa. Bir kişi mesela, kınandığında, kötü bir şey yaptığını anlayıp sözlü bir ceza aldığını anlar. Hele de bir çocuksa daha etkili olabilir kınamak. Peki kınadığınız bir terör örgütü ise? Onların nazarında kınamanın bir anlamı var mıdır? Yoksa sadece tribünlere mi oynanır kınama yaparken?

Üç gruba ayırıyorum kınayanları. Birinci grup kınamanın nedeninden doğrudan etkilenen ve yetki/sorumluluk sahipleri. Bunlar temel olarak hükümetlerdir. İkinci grup kınamanın nedeninin doğrudan etkilediği halk kesimidir. Üçünü ve son grup ise olaydan doğrudan etkilenmeyen, mağdurların yanında olduğunu belirtme ihtiyacı hissedenlerdir. Genelde diğer devletler ve siyasi figürler bu gruba girer. İkinci ve üçüncü grubun kınaması doğru ve gereklidir. Yalnız ilk grubun kınamakla bırakma hakkı yoktur. Çözüme dair birşeyler yapmalıdır.

Ne demek peki “çözüme yönelik bir faaliyet, bir çaba”?

En basiti ile kınamak ya da daha popüler haliyle “lanetlemek” dediğimiz olgu yanlış yapılan bir davranış karşısında verilen en kolay ve hızlı ve basit tepkidir. Aslında çok da basit değildir. Kınadığımız kişiyi, olguyu en kötü davranışı yapan katergorisine indiririz. Alçak görürüz. Yanlış olduğunu belirtiriz.

İlk ve orta öğrenim hayatımız boyunca kimi arkadaşlarımızın ya da kendimizin “kınama cezası” aldığımız olmuştur. Bir çocuğun başına geldiğinde, o çocuk bu hatasını anlayıp daha sonra tekrarlamama davranışı içine girebilir. Bir nevi “kötü çocuk” olarak kayda geçirilir. İlerideki hayatımız için çok da kabul edilebilecek birşey değildir bu durum. Nispeten önümüze gelir de ilerleyen yıllarda bu kınama cezası. Kimi durumda istediğimiz bir kamu kurumundaki işe girmemize engel dahi olabilir. Biliriz yani kötü birşey olduğunu.

Yetişkinlerde ise durum biraz daha farklı. Kınamanın, eğer ki kişi toplum önünde çok saygı duyulan ve önemli bir kişi değilse çok da bir etkisi olmaz. Kişilikle ilgilidir biraz daha yani.

Örgütlerde, ya da terör örgütlerinde ise bu durumun, yani kınanmanın, bir sonucu olabilir kötü olarak. O grubu destekleyenlerin azalması ve bu davranışa karşı çıkması. Yani tüm örgütlerde olduğu gibi o örgütün insan kaynağının zarar görmesi. Böyle bir durumun haricinde tüm dünya kınasa dahi yine de onlar için değişen bir durum olmaz. Sivrisinek vızıldaması gibi hissettirir en çok.

Ne yapmalı peki?

Kınamalı, evet. Ama kınamakla bırakmamalı. Çözüm yolunda adımlar atmalı. Yapılan eylem analiz edilmeli.  Sorun sorun olarak ortaya konmalı. Nedenleri ortaya konmalı, analiz edilmeli. Daha sonrasında ise yapılması gereken sorunu çözmeye ve yaşananların bir daha yaşanmaması için gereken adımları atmaya kalır.

Bir sorunu çözmenin adımları çok kolaydır:

1- Önce sorunun sorun olduğunu kabul edersiniz.
2- Sorunun kaynağını olabildiğince objektif bir gözle araştırırsınız.
3- Çözüme dair konuyla doğrudan ilgili çevrelerle görüşerek, mağdurlardan bilgi alarak, sorunu iyice analiz edersiniz.
4- Çözüm için yol haritası oluşturursunuz.
5- Çözüm için gerekli adımları zaman kaybetmeden atarsınız.

İlk basamakta daha takılır ve kınamakla yetinirseniz o durumda tarih nasıl tekerrür ederse siz de yaşananları defalarca yaşamaya mahkum olursunuz.

Einstein güzel demiş, “Bir sorun o sorunu oluşturan düşünce düzleminde kalarak çözülemez.”

You may also like...

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d bloggers like this: