Toplumumuzdaki Acıma Meselesi

Oldum olası sevmemişimdir acıma meselesini. Bazen duyarız arkadaşlarımızdan, “Acıyorum ben ona, o yüzden iyi davranıyorum.” Bu ve benzeri bir çok cümle kullanılır. Sanki kendisi acıdığı kişiden çok daha iyi durumda, çok daha mutlu, çok daha huzurluymuş gibi.

Ben acımaya inanmam. En kötü durumdakine, sokakta yaşayan evsizlere dahi acımaya hakkım olmadığını düşünürüm. Çünkü benim ne yaşadığımı o bilmez, onun ne yaşadığını ben bilmem. Bir de acımanın ego tatmini olduğunu düşünürüm. Acıdığımız insanlardan daha üstün olduğumuz sanrısı sarar bizi… Bir garip, bir güzel hissederiz. Kimi zaman farkına dahi varamayız asıl acınacak durumda olabileceğimizin.. Öyle bir üstünlük duygusu sarmıştır bizi.

Ego savaşları en sevmediğim savaşlardandır. İnsanlar ölmese de insanlık ölür çünkü o savaşlarda. Daha yüce, daha ulu, daha mutlu belki de, ya da daha zengin olma telaşı vardır o savaşlarda. Kimi zaman daha entellektüel, daha bilgili, daha okumuş. Kimi zaman ise ekonomik durum ön plana çıkar. Kimi zaman daha yüce gönüllü olduğumuzu düşünerek acırız karşımızdakine. Ne büyük yanılgı!

Çocukluğumda ya Fransız ya Rus edebiyatı ile büyüdüm. Ağırlıklı olarak Rus yazarları. Tolstoy, Dostoyevski, Gogol, Puşkin gibi. Bu yazarların romanlarında acıma konusuna çok denk geldim. Aile içinde insanların birbirlerine acımaları çok oluyordu. Bir kişi bir başkasına diğer bir tanıdığa acıdığını, onun için iyi davrandığını, o kişinin acınacak halde olduğunu söyler sürekli. Çeviriden de kaynaklanabilir. Orada verilmek istenenin acımaktan ziyade üzülmek olduğunu düşünüyorum. Çünkü acıyan kişilerin de halleri acıdıkları kişilerden çook üstün değildi. Bir yandan da.. İnsanların hep birbirlerine acımaları garip hissettiriyordu.

Yukarıda da dediğim gibi, hiç kimseye acımam, hakkım olmadığını düşündüğüm için. Yarının kimi nereye getireceği belli değildir. Ne olacağımız bilinmez. Bizim de, onların da. Yarın pozisyonlar tam tersine de dönebilir.

Bilinmez.

Bilinebilen ve elden gelen insan olarak kalabilmektir. Ancak o zaman tam olarak varlığımızın hakkını verebiliriz.

Acımamak demek, herkese acımasızca ve kötü davranmak anlamına gelmiyor tabii. Verilen tepkinin ego yerine vicdan süzgecimizden geçmesi iyi davranmak için yeterli olacaktır. Diğer bir deyişle bir insana acımaktan ziyade içimizden geldiği için, istediğimiz için ona yardım etmeliyiz, acıdığımız için değil. Ve bunu o kişiye yansıtmamak da gerekir. Yansıttığımızda, ona iyilik yaptığımızı ona hissettirdiğimizde de yine aynı ago tatmini ile karşımızdakine üstünlük kurmuş oluruz çünkü. Gerek yok. Bir elin verdiğini diğer el bilmemeli demişler.. Boşuna değil.

Başka bir mesele de kendimize acımamızdır. Kendimize de acımamamız gerekiyor. Atasözünde dendiği gibi ”Kendi düşen ağlamaz.” Yaptıysak bir hata, sorumluluğunu alıp, dersimizi çıkarmak, sonra da önümüze, ileriye bakmamız gerekir. Yaptığımız hatalara odaklanıp kendimize acıdığımız ve üzüldüğümüz zaman ise ‘şimdi’yi yaşamaktan uzaklaştığımız ve mutsuz olduğumuz zamandır.

Eskiler boşuna “Acıma! Acınacak hale düşersin!” diye dememişler.

You may also like...

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d bloggers like this: